KUR'ANA MUHALEFET eden Mehmet Görmezi TANIYALIM!



...her haberini vahiyden veren ve Cebrail'den işittiğini söyleyen ve Kıyamet ve Âhiretten tafsilen haber veren, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'dan başka kimdir ve kim olabilir? (Mektubat S.169)

28.12.2016 tarihinde yayınlanan mektubdan alıntı:

Bu mesail-i imaniye içinde Üstadımız mehdiyet ve müceddid gibi mesaili medar-ı münazaa ve münakaşa ettirmemiştir. Kudsi iman hizmetine nazar-ı dikkati celbetmiştir. Şimdi memleketimizin içinde bulunduğu pek nazik zamanda bütün kuvvetimizle asayişi muhafazaya mecbur ve mükellefiz. Binaenaleyh mevcut müsbet hükümete ve kurumlarına yardımcı olmalıyız. Kainat azametinde ve ebedler kıymetinde mesail ve davalar içinde esasat-ı imaniyeden olmayan bir takım mesaili münakaşa zamanı değildir. 

 

DIB başkanı Görmez tarafından Mehdiyetin kendisi ("Mehdiyet'e dair hiçbir hadîs yoktur, varsa ahaddır." (29.08.2016 nTV)  inkar ediliyor. Bu mesele itikada dokunduğu için mesele-i ESASAT-I İMANİYEDENDİR:

 

 

 

Nasilki bir zamanlar mülhidler Süfyan ile ilgili Hadisleri inkar emişler:

 

   60, 61, 62, 63. İstinad ettiği hadîsler zaîf ve hattâ mevzu olmakla beraber, tevilleri yanlış ve aslı yoktur.

   C: Bütün ümmet bin seneden beri telakki-i bilkabul ettiği ve âlem-i İslâm içinde az bir kısım ülemanın başka tevillerle bir derece za'fiyetine hükmettiklerine mukabil, cumhur-u muhaddisîn ve ümmet-i Muhammediye kabul ettiği; âhirzamanda gelen bazı hâdiseler hakkındaki muhtelif rivayetleri tevil, yani mümkün bir ihtimal manasıyla bu zamanda vukua gelen ve gözle görülen hâdiselere tam mutabık çıkmasını beyana, dünyada hiçbir ehl-i ilim yanlış diyemez. Farazâ o hadîslerden birisi mevzu da olsa; mevzuun manası, hadîs değil demektir. Yoksa manası yanlıştır demek değildir ki, darb-ı mesel nev'inde ümmet o rivayeti kabul etmiş. Bu nevi tevilata yanlış diyenler, kaç cihette yanlış olduğu gibi, ümmetin telakkisine ihanet ve hadîsleri inkârdır. Ve "Süfyan'a dair hiçbir hadîs yoktur, varsa mevzudur." diyen müddeî hiç hadîs kitablarını okumadığı, belki Kur'anın surelerinin ne kadar olduğunu bilmediği halde; biri bir milyon, diğeri beşyüz bin hadîsi hıfzına alan İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel ve İmam-ı Buharî gibi müçtehidlerin, böyle küllî ve umumî bir tarzda cesaret edemedikleri halde, o müddeî küllî bir surette ve umumî bir tarzda "Süfyan hakkında hiçbir hadîs yoktur, varsa mevzu'dur." demesiyle haddinden binler defa tecavüz edip büyük bir hatayı irtikâb etmiş. Farz-ı muhal olarak hadîs de olmasa, ümmet-i İslâmiyede bir hakikat-ı içtimaiye ve müteaddid defalar eseri görülmüş vaki' ve hak bir hâdise-i istikbaliyedir.

Şualar - 415

 

Malûmdur ki Cemaatler içinde vuku bulan hâdiseler âhâdî bir surette nakledilse, tekzib edilmediği vakit, doğruluğunu gösterir. Çünki insanın fıtratında yalana yalandır demeye cibillî bir meyil vardır. Hususan her kavimden ziyade yalana karşı sükût etmez Sahabeler olsa.. hususan hâdiseler, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a taalluk etse ve bilhassa nakleden, Meşahir-i Sahabeden olsa; elbette o Haber-i Vâhid sahibi, o hâdiseyi gören Cemaatı temsil eder hükmünde Rivayet eder.

Mektubat - 120

 

Diğer kısmı âhâdî ise de, ilm-i hadîsin müdakkik İmamları tashih ve tahric ettikleri için, kanaat-ı ilmiye verir.

Mektubat ( 138 )

 

2- Savcılık Makamının, "mevzudur" diye gayr-ı ilmî iddia ettiği hadîsin hadîs kitablarında sahih olduğu; hadîs âlimlerinin kabulüyle ve hürriyetten evvel Meşrutiyet devri ülemasına Japonya'nın ve İngiltere Anglikan Kilisesi'nin sorduğu sualler münasebetiyle, o devrin allâmeleri olan İstanbul âlimleri, Bedîüzzaman olan müellif-i muhtereme sorarak, şimdi ismi Beşinci Şua olan eserde görülmekte olan o zamanki bu hadîsin tevilen cevablarını o ehemmiyetli âlimlerin kabul edip itiraz edememeleriyle sahih olduğu kat'î sabittir.

Şualar ( 569 )

 

 

   Bir milyon hadîsi hıfzına alan İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel ve beşyüz bin hadîsi hıfzeden İmam-ı Buharî'nin cesaret edemedikleri ve o nefyin isbatı kabil olmadığı ve bütün hadîs kitablarını GÖRMEDİĞİ ve ümmetin ekseriyeti her asırda o rivayetlerin manalarının zuhurlarını veya o küllînin bir ferdini görmesini bekledikleri ve ümmetçe telakki-i bilkabul derecesine yakınlaşmış ve ayn-ı hakikat bazı nümune ve ferdleri meydana çıkıp görüldüğü halde, o rivayetleri külliyetle inkâr etmek on cihetle hatadır.

Şualar - 401

 

 

Her asırda mehdi manasına ümmetin fıtrî bir ihtiyacına binaen beklemişler. Ve birkaç vecihte rivayetlerin delaletiyle birkaç mehdi, belki her asırda bir nevi mehdi sâdât-ı Ehl-i Beyt'ten geleceği ümmetçe kabul edilmiş. 

Şualar - 420

 

 

On u n c u   S e h i v: Hem aynı sahifede: "İki türlü deccal ve süfyan diye, zaruriyat-ı diniyeden olmayan bunlarda 'icma var' diyor. İnanmayanlara 'zındık, dinsiz, mülhid' hükmünü veriyor. Halbuki mehdî, deccal, süfyan gibi şeyler Kur'an'da yoktur, icma' da yoktur. Yalnız Taftazânî: 'Bunlar gayr-ı mümkün şeyler olmadığından bu bâbda rivayet edilen hadisleri kabul ederiz.' demiş. Hem İmam-ı Mahfi ve Mehdi-i Muntazar, batıl olduğuna Ehl-i Sünnet'in ittifakı var.”

E I c e v a b : Acelelik sebebiyle gayet sathî bir surette yüzer risaleden ziyade kitaplar tedkik edilmeden, bir mahrem risalenin bir ibaresinden böyle bir hüküm isnad etmelerini o müdakkik zatlara yakıştıramıyoruz.

 

E v v e I â : Taftazânî, âhirzaman hâdisâtı hakkında değil, belki hadisatı uhreviyyeden bir acîb kısım hakkında o sözleri Şerhü'l-Makâsıd'da yazmış.

 

S â n i y en : Risâle-i Nur'dan mahrem bir cüz'ü; "İki deccala inanmayan dinsizdir” demiyor. Hem deccahn hurucu bütün akîde-i İslâmiye kitaplannda mezkûrdur, icmâ'a mazhardır. Mehdî ve süîyan mefkûresi ise, ümmet içinde gayet esash bir tarzda ve ehemmiyetli bir hikmete binaen cereyan edip, gelmiş. Adeta ümmetçe telakkî-i bi'l-kabul nev'inde bir medar-ı tesellî olarak her asırda Âl-i Beyt-i Nebevî'den bir hidayetkâr imdada yetişmesi tesellisi ile devlet-i süfyâniyede ve Emeviye'de eski zamanda Yezid ve Velid gibi süfyan mânasını veren hâkimlere karşı dayanmak için her asrın ihtiyacı bu mefkûreyi idame etmiş. Ve bu hakikati cüz'î-küllî her asır gösterdiği gibi bu asır da bir derece göstermiş diye Risâle-i Nur'un beyanatı hiç bir cihetle hakâik-i İslâmiye'ye münâîâtı yoktur. Fakat Hanefi ulemâsmdan bir kısmı  , لاَ مَهْدِى اِلاَّ عِيسَى demelerine binâen, ulemâ-yı Hanefiyye sâir mezhebler gibi, mehdî ve süfyan hâdiselerine akîde noktasında bakmıyorlar. Risâle-i Nur'un üstadlarından bir üstadı İmam-1 Gazâlî ve birisi de Abdülkâdir-i Geylâni'dir (fakat tarikat cihetinde değil, hakikat cihetinde) ve birisi de, en başta İmam-ı Ali (R.A.) olmasından, onların ittifak ettikleri mes 'eleler elbette ma 'den-i Risâlet 'ten alınmıştır, diye Risâle-i Nur kabul etmiş. Ve İmam-ı Ali (R.A.) kasidesindesüîyana "İslam Deccâh”namım vermesi, bize bir hüccet hükmüne geçmiş. Yalnız Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadisten başka, pek çok imamlar ve büyüklerden gaybî ihbarlar vardır. Ve vaki-i hal, vukuâtıyla tam tasdik ediyor.

 

Hem ehl-i Sünnet'çe batıl olan Mehdi-i Muntazar budur ki; "Şiîlerin bir kısmı;Oniki İmam'dan birisi ölmemiş, bin senedir gizlidir, sonra meydana çıkacak, dünyayı ıslah edecek. Mehdi-i Muntazar budur.” Ehl-i Sünnet bu fikre 'bâtıldır' der. Yoksa Ehl-i Sünnet'in, ekseriyetce kabulü olan ve intizar edilen Muhammed Mehdi hakkında hadisler var. Ve , لاَ مَهْدِى اِلاَّ عِيسَى diyen ulemâların fikirlerini kabul etmediklerinin hikmeti şudur: Âhirzamanda dinsizlik cereyanına karşı mukabele etmek, ancak İsevî'nin hakiki dini, hakikat-ı Kur'ân'la itçihad ederek; Kur'ân ise esas ve imam olup, İsevî dini ona tabi olacağına işareten bir rivayette var ki; "İsâ gelir, namazda Mehdi'ye iktida eder.” Eğer o kısım ulemâların fikri gibi olsa, o halde İsevîlik esas ve imam olması lâzım geliyo

 

Muhterem ehl-i vukufun bir kısım sehivleri, teşekkürnâmede dahi beyan edilmiştir. (Müdafaalar S.131)

 

 

 

DENİZLİ AĞIR CEZA MAHKEMESİ RİYASETİ MAKAMINA
Ehl-i vukuf raporuna itiraznâmedir
Sair merkezlerdeki ehl-i vukufların yanlış raporları, buradaki ehl-i  küfü şaşırtmasıyla; buradakilere değil, orâdakilere karşı hukuk-u hayatımızı ve Risale-i Nur'un namusunu müdafaa etmek için gayet hasta bir halde yirmi dakika zarfında yazdım. Kusura bakmayınız.
1- Risale-i Nur'un mehdilik ve İslâm deccahna ait beyanatına, indî fikirlerle "mehdi ve deccalefsanesi” tabir ederek, hem Risale-i Nur'un mahiyetinden, hem İslâmiyetin ruhundan ne kadar uzak düştüklerine delil

اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِن َفِتْنَةِ الْمَس۪يحِ الدَّجَّالِ


diye olan Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın duasına.. ve umum ümmetin vird-i zebanı iken, ona "efsane” diyen, İslâmiyetin mühim büyük bir hakikatim inkâr etmiştir.(Müdafaalar 142)

 

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a aid en küçük bir hareketi, bir sîreti, bir hali kaydeden Sahabe Efendilerimiz, Adem a.s. dan Kıyamete kadar gelecek Fitnelerin en büyüğü ve BU FİTNE KARŞIDSINDAKİ VAZİFEDAR ŞAHSI ÜMMETE nakletmezler mi?

 

 

Hem Sahabeler, Kur'anın ve âyetlerin hıfzından sonra en ziyade, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ef'al ve akvalinin muhafazasına, bahusus ahkâma ve mu'cizata dair ahvaline bütün kuvvetleriyle çalıştıklarını ve sıhhatlerine pek çok dikkat ettiklerini, Tarih ve Siyer şehadet ediyor. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a aid en küçük bir hareketi, bir sîreti, bir hali ihmal etmemişler. Ve etmediklerini ve kaydettiklerini, kütüb-ü ehadîsiye şehadet ediyor. Hem Asr-ı Saadette, mu'cizatı ve medar-ı ahkâm ehadîsi, kitabetle çoklar kaydedip yazdılar. Hususan Abadile-i Seb'a, kitabetle kaydettiler. Hususan Tercüman-ül Kur'an olan Abdullah İbn-i Abbas ve Abdullah İbn-i Amr İbn-il Âs, bahusus otuz-kırk sene sonra, Tâbiînin binler muhakkikleri, ehadîsi ve mu'cizatı yazı ile kaydettiler. Daha ondan sonra, başta dört imam-ı müçtehid ve binler muhakkik muhaddisler naklettiler; yazı ile muhafaza ettiler. Daha Hicretten ikiyüz sene sonra başta Buharî, Müslim, Kütüb-ü Sitte-i Makbule vazife-i hıfzı omuzlarına aldılar. İbn-i Cevzî gibi şiddetli binler münekkidler çıkıp; bazı mülhidlerin veya fikirsiz veya hıfızsız veya nâdânların karıştırdıkları mevzu ehadîsi tefrik ettiler, gösterdiler. Sonra ehl-i keşfin tasdikiyle; yetmiş defa Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm temessül edip, yakaza halinde onun sohbetiyle müşerref olan Celaleddin-i Süyutî gibi allâmeler ve muhakkikler, ehadîs-i sahihanın elmaslarını, sair sözlerden ve mevzuattan tefrik ettiler. İşte bahsedeceğimiz hâdiseler, mu'cizeler böyle elden ele -kuvvetli, emin, müteaddid ve çok, belki hadsiz ellerden- sağlam olarak bize gelmiş.

 

 

 

 اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى

 

            İşte buna binaen; "Bu zamana kadar uzun mesafeden gelen şu zamandan tâ o zamana kadar bu hâdiseleri nasıl bileceğiz ki karışmamış ve safidir" hatıra gelmemelidir.

 

Mektubat ( 113 )

 

Bir fennin veya bir san'atın medar-ı münakaşa olmuş bir mes'elesinde, o fennin ve o san'atın haricindeki adamlar ne kadar büyük ve âlim ve san'atkâr da olsalar, sözleri onda geçmez, hükümleri hüccet olmaz; o fennin icma-ı ülemasına dâhil sayılmazlar. Meselâ; büyük bir mühendisin, bir hastalığın keşfinde ve tedavisinde bir küçük tabib kadar hükmü geçmez. Ve bilhâssa maddiyatta çok tevaggul eden ve gittikçe maneviyattan tebaüd eden ve nura karşı gabileşen ve kabalaşan ve aklı gözüne inen en büyük bir feylesofun münkirane sözü, maneviyatta nazara alınmaz ve kıymetsizdir.

   Acaba yerde iken arş-ı a'zamı temaşa eden, hârika bir dehâ-yı kudsî sahibi olan ve doksan sene maneviyatta terakki edip çalışan ve hakaik-i imaniyeyi ilmelyakîn, aynelyakîn hattâ hakkalyakîn suretinde keşfeden Şeyh-i Geylanî (K.S.) gibi yüzbinler ehl-i hakikatın ittifak ettikleri, tevhidî ve kudsî ve manevî mes'elelerde, MADDİYATIN EN DAĞINIK VE KESRETİN EN CÜZ'İ TEFERRUATINA DALAN VE SERSEMLEŞEN VE BOĞULAN FEYLESOFLARIN SÖZLERİ KAÇ PARA EDER VE İNKARLARI VE İTİRAZLARI, GÖK GÜRÜLTÜSÜNE KARŞI SİVRİSİNEĞİN SESİ GİBİ SÖNÜK OLMAZ MI?

   Hakaik-i İslâmiyeye zıddiyet gösterip mübareze eden küfrün mahiyeti bir inkârdır, bir cehildir, bir nefiydir. Sureten isbat ve vücudî görülse de manası ademdir, nefydir. İman ise ilimdir, vücudîdir, isbattır, hükümdür. Herbir menfî mes'elesi dahi, bir müsbet hakikatın ünvanı ve perdesidir. Eğer imana karşı mübareze eden ehl-i küfür, gayet müşkilât ile menfî itikadlarını kabul-ü adem ve tasdik-i adem suretinde isbat ve kabul etmeğe çalışsalar; o küfür, bir cihette yanlış bir ilim ve hata bir hüküm sayılabilir. Yoksa, irtikâbı çok kolay olan yalnız adem-i kabul ve inkâr ve adem-i tasdik ise cehl-i mutlaktır, hükümsüzlüktür.

   Elhasıl, itikad-ı küfriye iki kısımdır: 

   Birisi: 

   Hakaik-i İslâmiyeye bakmıyor. Kendine mahsus yanlış bir tasdik ve bâtıl bir itikad ve hata bir kabuldür ve zalim bir hükümdür. Bu kısım bahsimizden hariçtir. O bize karışmaz, biz de ona karışmayız.

   İkincisi: 

   Hakaik-i imaniyeye karşı çıkar, muaraza eder. Bu dahi iki kısımdır:    Birisi: 

   Adem-i kabuldür. Yalnız isbatı tasdik etmemektir. Bu ise bir cehildir, bir hükümsüzlüktür ve kolaydır. Bu da bahsimizden hariçtir.

   İkincisi: 

   Kabul-ü ademdir. Kalben, ademini tasdik etmektir. Bu kısım ise bir hükümdür, bir itikaddır, bir iltizamdır. Hem iltizamı için nefyini isbat etmeğe mecburdur.

   Nefiy dahi iki kısımdır: 

   Birisi: 

   "Has bir mevkide ve hususî bir cihette yoktur" der. Bu kısım ise isbat edilebilir. Bu kısım da bahsimizden hariçtir.

   İkinci kısım ise: 

   Dünyaya ve kâinata ve âhirete ve asırlara bakan imanî ve kudsî ve âmm ve muhit olan mes'eleleri nefy ve inkâr etmektir. Bu nefiy ise -birinci mes'elede beyan ettiğimiz gibi- hiçbir cihetle isbat edilmez. Belki kâinatı ihata edecek ve âhireti GÖRECEK ve hadsiz zamanın her tarafını temaşa edecek bir nazar lâzımdır, tâ o gibi nefiyler isbat edilebilsin.

Şualar – 102

 

Adı üstünde GÖRMEZZZ

 

 

Hazret-i Mehdi'nin cem'iyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid'akâranesini tamir edecek, Sünnet-i Seniyeyi ihya edecek; yani âlem-i İslâmiyette risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (A.S.M.) tahribe çalışan Süfyan komitesi, Hazret-i Mehdi cem'iyetinin mu'cizekâr manevî kılıncıyla öldürülecek ve dağıtılacak.

Mektubat – 441

 

 

 

Üstad Hazretlerinin Mehdiyeti veya Mücedditliği münakaşa edilmiyor. Diyanet gibi güya dini temsil eden bir kurum MEHDIYET VE MÜCEDDITLIGI INKAR EDIYOR !

 

Üstadımız diyor ki: Mahkemelerin te'hirinde hayır var. Şimdiye kadar Nur'a ve Nurculara verilen zahmetler, rahmetlere dönmesi gösteriyor ki; bu te'hirde de hayırlar var ki, birisi bu olmak ihtimali var:

Hariç âlem-i İslâm'da Nur'un ehemmiyetli tesire başlaması ve inkişaf ve intişarı ve buranın siyasîleri Avrupa'ya bir RÜŞVET olarak bir derece Avrupalaşmak meylini göstermesi, hariçte zannedilmekle mahkemelerce Nur'un serbestiyet-i tâmmesi için karar vermek, hariç ALEM-I ISLAMda Nurların hakikî ihlasına böyle bir ŞÜPHE gelecekti ki; ya Nurcular riyakârlığa mecbur olmuşlar veyahut böyle medenîleşmek fikrinde olanlara ILIŞMIYORLAR, za'f gösteriyorlar diye NURUN KIYMETINE BÜYÜK ZARAR olduğu için bu te'hir o evhamları izale eder. Ve isbat ediyor ki: Otuz seneden beri ISLAMIYETIN ŞIARINA (!) MUHALIF ŞEYLERE BAŞ EĞMIYORLAR.

Emirdağ-2 - 107

 

 

   Ben bütün kuvvetimle bunu reddederim. Hem Mehdilik isnadını hiç kabul etmediğime bütün kardeşlerim şehadet ederler. Hattâ Denizli'deki ehl-i vukuf, "Eğer Said mehdiliğini ortaya atsa bütün şakirdleri kabul edecek" dediklerine mukabil, Said itiraznamesinde demiş ki: "Ben seyyid değilim. Mehdi seyyid olacak." diye onları reddetmiş.

Şualar - 383

 

   Bazı emarelerle bildim ki, gizli düşmanlarımız Nurların kıymetini düşürmek fikriyle siyaset manasını hatırlatan mehdilik davasını tevehhüm ile güya Nurlar buna bir âlettir diye çok asılsız bahaneleri araştırıyorlar. 

Şualar - 387

 

 


Kitab-ı Mübin, Kur'andan ibarettir. Evet, herşey içinde bulunur. Fakat herkes herşeyi içinde GÖREMEZ

 

Ben de, Sure-i Nur'daki Âyet-i Nur'un rasadhanesine girip imanın dûrbîniyle Âyet-i Hasbiye'nin en uzak tabakalarına ve şuur-u imanî hurdebîni ile en ince esrarına baktım, gördüm:

Şualar - 74

 

   Bir kavle göre Kitab-ı Mübin, Kur'andan ibarettir. Yaş ve kuru, herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? Evet, herşey içinde bulunur. Fakat herkes herşeyi içinde göremez. Zira muhtelif derecelerde bulunur. Bazan çekirdekleri, bazan nüveleri, bazan icmalleri, bazan düsturları, bazan alâmetleri; ya sarahaten, ya işareten, ya remzen, ya ibhamen, ya ihtar tarzında bulunurlar. Fakat ihtiyaca göre ve maksad-ı Kur'ana münasib bir tarzda ve iktiza-yı makam münasebetinde şu tarzların birisiyle ifade ediliyor. 

Sözler - 252

 

 

Her bir âyetin çok tabaka-i manaları var. Kur'an, ilm-i muhitten geldiği için, bütün manaları murad olabilir. İnsanın cüz'î fikri ve şahsî iradesiyle olan kelâmlar gibi, bir iki manaya inhisar etmez.

   İşte bu sırra binaen âyât-ı Kur'aniyenin ehl-i tefsir tarafından hadsiz hakaikı beyan edilmiş. Müfessirînin beyan etmediği daha çok hakaikı var. Ve bilhâssa hurufatında ve mana-yı sarihinden başka, işaratında çok ulûm-u mühimme vardır.

Lemalar - 34

 

Kur’an’da Sünni ve şia mabeynindeki ihtilafa sebeb olan Hulefa-i Raşidinin hilafet tertibi var.

 

İşte bu âyet-i kerime مِنَ النَّبِيِّينَ وَ الصِّدِّيقِينَ وَ الشُّهَدَاءِ وَ الصَّالِحِينَ وَ حَسُنَ اُولئِكَ رَفِيقًا tabiriyle, sırat-ı müstakimin ehli ve hakikî niam-ı İlahiyeye mazhar, nev'-i beşerdeki taife-i Enbiya ve kafile-i Sıddıkîn ve cemaat-ı şüheda ve esnaf-ı sâlihîn ve enva'-ı tâbiînin bulunduklarını ifade etmekle beraber, âlem-i İslâmiyette o beş kısmın en mükemmelini dahi ayrıca sarahaten gösterdikten sonra o beş kısmın imamları ve baştaki rüesalarını sıfât-ı meşhureleriyle zikretmekle onlara delalet edip ifade ettiği gibi, ihbar-ı gayb nev'inden bir lem'a-i i'caz ile o taifelerin istikbaldeki reislerinin vaziyetlerini bir vecihle tayin ediyor.

 

Evet مِنَ النَّبِيِّينَ nasılki sarahatle Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'a bakıyor.

 

وَالصِّدِّيقِينَ fıkrasıyla Ebu Bekir-is Sıddık'a bakıyor. Hem Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'dan sonra ikinci olduğuna ve en evvel yerine geçeceğine ve "Sıddık" ismi, ümmetçe ona ünvan-ı mahsus ve sıddıkînlerin başında görüneceğine işaret ettiği gibi;

 

وَالشُّهَدَاءِ kelimesiyle Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali Rıdvanullahi Aleyhim Ecmaîn'i üçünü beraber ifade ediyor. 

Lem'alar ( 34 )

 

 

 

   Evet madem Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan her asırda her ferde hitab eder ve bir ilm-i muhit ve bir irade-i şamile ile herşeye bakabilir; ve madem ülema-i İslâm'ın ittifakıyla, âyetlerin mana-yı sarihinden başka işarî ve remzî ve zımnî müteaddid tabakalarda manaları vardır.

Sikke-i Tasdik-i Gaybi - 58

 

Kur’anda Sadaka ile ilgili emir vardır! şerait-i kabulü ise Kur’anda işari mana ile VARDIR! Evet, herşey içinde bulunur. Fakat herkes herşeyi içinde GÖREMEZ. Sadece gördüğüne inanan asrımızın maddiyunlarına Üstad Bediüzzaman Hz. Risale-i Nur ile en ince ve gizli kalmış işari manaları göstermiştir! Bu esrerlere ilişenleri SAHIB-I KUR‘ANA HAVALE EDIYORUZ!

 

   İkinci misal:

وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ 

 

Şu cümlenin hey'atı, sadakanın şerait-i kabulünün beşine işaret eder.

 

   Birinci şart: Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek ki,  ﻭَﻣِﻤَّﺎ lafzındaki  ﻣِﻦْ I teb'îz ile o şartı ifade eder.

   İkinci şart: Ali'den alıp Veli'ye vermek değil, belki kendi malından vermektir. Şu şartı  ﺭَﺯَﻗْﻨَﺎﻫُﻢْ lafzı ifade ediyor. "Size rızık olandan veriniz" demektir.

 

   Üçüncü şart: 

   Minnet etmemektir. Şu şarta  ﺭَﺯَﻗْﻨَﺎ daki  ﻧَﺎ lafzı işaret eder. Yani "Ben size rızkı veriyorum. Benim malımdan benim abdime vermekte minnetiniz yoktur."

 

   Dördüncü şart: 

   Öyle adama veresin ki, nafakasına sarfetsin. Yoksa sefahete sarfedenlere sadaka makbul olmaz. Şu şarta  ﻳُﻨْﻔِﻘُﻮﻥَ lafzı işaret ediyor.

 

   Beşinci şart: 

   Allah namına vermektir ki,  ﺭَﺯَﻗْﻨَﺎﻫُﻢْ ifade ediyor. Yani "Mal benimdir, benim namımla vermelisiniz."

   Şu şartlarla beraber bir tevsi' de var. Yani: Sadaka nasıl mal ile olur. İlim ile dahi olur. Kavl ile, fiil ile, nasihat ile de oluyor. İşte şu aksama  ﻣِﻤَّﺎ lafzındaki  ﻣَﺎ umumiyetiyle işaret ediyor. Hem şu cümle de bizzât işaret ediyor. Çünki mutlaktır, umumu ifade eder. İşte sadakayı ifade eden şu kısacık cümlede, beş şart ile beraber geniş bir dairesini akla ihsan ediyor. Heyetiyle ihsas ediyor. İşte heyette böyle pek çok nazımlar var. Kelimatın dahi birbirine karşı, aynen geniş böyle bir daire-i nazmiyesi var.

Sözler – 371

 

 

Mehdi ile ilgili Hadisleri inkar edenlere karşı avamın imanını kurtarmak FIKRI!

 

Bir kısım hadîslerin manası ve tevili bilinmemesinden, "Akıl kabul etmiyor" diye inkâr edenlere karşı avamın imanını kurtarmak fikriyle, çok zaman evvel Dâr-ül Hikmet-i İslâmiyede iken ve daha evvel aslı yazılan Beşinci Şua farz-ı muhal olarak, dünyaya ve siyasete baksa ve bu zamanda da yazılsa, madem gizlidir ve taharriyatta bizde bulunmadı ve gaybî haberleri doğrudur ve imanî şübheleri izale eder ve asayişe dokunmuyor ve mübareze etmiyor ve yalnız ihbar eder 

Şualar - 354

 

   Hem iki Deccal'ın sıfatları ve halleri ayrı ayrı olduğu halde, mutlak gelen rivayetlerde iltibas oluyor, biri öteki zannedilir. Hem "Büyük Mehdi"nin halleri sâbık Mehdilere işaret eden rivayetlere mutabık çıkmıyor, hadîs-i müteşabih hükmüne geçer. İmam-ı Ali (R.A.) yalnız İslâm Deccalından bahseder.

   Mukaddime bitti, mes'elelere başlıyoruz.

  * * * 

   [Şimdilik o hâdisat-ı gaybiyenin yüzer misallerinden -mülhidler tarafından avamın akidelerini bozmak fikriyle işaa edilen- yirmiüç mes'eleleri, tevfik-i Rabbanî ile gayet muhtasar bir surette beyan edilecek. Ve o mes'eleler mülhidlerin tahmini gibi zarar vermemekle beraber, her biri bir lem'a-i i'caz-ı Nebevî olduğu görünmekle ve hakikî tevilleri isbat ve izhar edilmekle akide-i avamı kuvvetlendirmeğe mühim bir sebeb olmasını rahmet-i Rabbaniyeden rica edip hatiatımı ve galatatımı afv u mağfiret altına almasını Rabb-ı Rahîmimden niyaz ederim.]

Şualar – 582

 

ALTINCI NOTA: Ey kâfirlerin çokluklarından ve onların bazı hakaik-i imaniyenin inkârındaki ittifaklarından telaşa düşen ve itikadını bozan bîçare insan! Bil ki: Kıymet ve ehemmiyet, kemmiyette ve aded çokluğunda değil. Çünki insan eğer insan olmazsa, şeytan bir hayvana inkılab eder. İnsan, bazı firenkler ve firenk-meşrebler gibi ihtirasat-ı hayvaniyede terakki ettikçe, daha şiddetli bir hayvaniyet mertebesini alır.

Lem'alar ( 120 )

 

 

Diyanetin Mehdiyet inkarı Cuma hutbesinde „hurafedir“ diye umuma neşredilmiştir! Nasıl bir uslüb gösteriyor KITAB?

 

Bu risalenin sebeb-i te'lifi; gayet mütecavizane ve gayet çirkin bir tarz ile hakaik-i imaniyeyi tezyif edip, bozulmuş aklı yetişmediği şeye hurafe deyip, dinsizliği tabiata bağlayarak, Kur'ana hücum edilmesidir. O hücum ise, şiddetli bir hiddeti (kalbe) kaleme verdi ki, şiddetli ve galiz tokatları o mülhidlere ve haktan yüz çeviren bâtıl mezheblilere yedirdi. Yoksa Risale-i Nur'un mesleği, nezihane ve nazikane ve kavl-i leyyindir.} 

Asa-yı Musa - 156

 

 

Ey mülhid! Senin gibi ahmaklar lâzım ki, Macar kâfirleri veyahut dinsiz olmuş ve firenkleşmiş birkaç Türkleri muvakkaten, dünyaca dahi faidesiz uhuvvetini kazanmak için; üçyüz elli milyon hakikî, nuranî menfaatdar bir cemaatin bâki uhuvvetlerini terketsin. 

Mektubat - 419

 

 

Senin gibi mülhidlere karşı hiçbir cihetle dostluğumuz yok! Çünki ilhada giren ve Türkün hakikî bütün mefahir-i milliyesini taşıyan İslâmiyet milliyetinden çıkmak isteyen adamları Türk bilmiyoruz, Türk perdesi altına girmiş firenk telakki ediyoruz! Çünki yüzbin defa Türkçüyüz deyip dava etseler, ehl-i hakikatı kandıramazlar. Zira fiilleri, harekâtları, onların davalarını tekzib ediyor.                                                                                  

   Mektubat – 423

 

Üstad Hazretleri Ehl-i imanin imanını muhafaza icin neşrettigi bazı bahisler: (Usluba DIKKAT!)

 

İKİNCİ MES'ELE OLAN İKİNCİ RİSALE 

   "Hazret-i Musa Aleyhisselâm, Hazret-i Azrail Aleyhisselâm'ın gözüne tokat vurmuş." mealindeki bir hadîse dair ehemmiyetli bir münakaşayı kökünden kaldırır ve bu nevi hadîslere mülhidler tarafından gelen itirazata bir sed çeker. 

Mektubat - 507

 

 ÜÇÜNCÜ SUAL: 

   Hazret-i İsa Aleyhisselâm, âhirzamanda gelip Deccal'ı öldüreceğine dair suallere o kadar ulvî cevablar verilmiş ki; hem ehl-i imanın imanlarını takviye eder, hem belâgatıyla edibleri susturur, hem de mülhidleri ilzam ederek tokatlar.

Lemalar - 390

 

 İkinci Maksadım: 

   O kudsî üstadımın kerametini izhar etmekle, keramat-ı evliyayı inkâr eden mülhidleri iskât edip; hizmet-i Kur'aniyeye füturlar verecek çok esbaba maruz ve çok avaika hedef olan arkadaşlarımın kuvve-i maneviyesini takviye ve şevklerini tezyid ve füturlarını izale etmek idi.

Lemalar – 446

 

   Risale-i Nur'un kerametlerindendir ki; Üstadımız Hazretleri: "Ey mülhidler ve ey zındıklar! Risale-i Nur'a ilişmeyiniz! Risale-i Nur, âfâtın def'ine sadaka gibi vesile olmasından, ona karşı olan hücum ve onun ta'tili, âfâta karşı olan müdafaasını zaîfleştirir. Eğer ilişirseniz, yakından bekleyen belalar, sel gibi üstünüze yağacaktır." diye, on senedir kerratla söylüyordu. Bu hususta şahid olduğumuz felâketler pek çoktur.                            Şualar - 341